 
                    
Dünya
hayatının sona ermesi demek olan kıyametin ne zaman kopacağını sadece Yüce
Allah bilir. Kur’ân-ı Kerîm’de bu hakikat şöyle yer alır: “Sana ‘Ne zaman gelip
çatacak?’ diye kıyamet saatini sorarlar. De ki: ‘Onun hakkındaki bilgi sadece
Rabbimin katındadır. Vakti geldiğinde onu açığa çıkaracak olan ancak Allah’tır.
O (kıyamet), göklere de yere de ağır gelecektir! Sizi ansızın yakalayacaktır!’
Sanki sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: ‘Onun bilgisi Allah
katındadır, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” (el-A’râf, 7/187). Meşhur
Cibrîl hadisinde de Hz. Peygamber (s.a.s), Cebrâil’in “Kıyamet ne zaman
kopacak?” sorusu üzerine “Sorulan, sorandan daha iyi bilmemektedir.” diye cevap
vermiştir (Müslim, İmân, 1 [93]). Bunun anlamı ne Hz. Peygamber’in (s.a.s) ne
de Cebrâil’in bu sorunun cevabını bildiğidir.
Kıyamet alametleri, kıyametin kopmasından önce meydana gelecek fiziki,
toplumsal veya ahlakî nitelikli olayları ve belirtileri ifade eder. Kur’ân’da
bu alametler arasında Ye’cûc ve Me’cûc’ün gelişinden (el-Enbiyâ, 21/96),
dâbbetü’l-arzın çıkışından (en-Neml, 27/82), göğün insanları saracak bir duman
(duhân) yayacağından (ed-Duhân, 44/10-11) ve ayın yarılmasından (el-Kamer,
54/1) bahsedilir. Ayrıca kıyamet alametleri şeklinde bir belirleme yapılmamakla
birlikte, kıyametin kopuşu esnasında gerçekleşecek kozmik ve harikulade olaylar
ve o anın dehşeti ile ilgili pek çok anlatım yer alır. Bu çerçevede göğün
yarılması, dağ ve tepelerin yok edilerek yerin dümdüz hale getirilmesi, güneşin
dürülüp kararması, yıldızların dökülüp sönmesi ve denizlerin kaynatılması
(el-İnşikâk 84/1-2; et-Tekvîr, 81/1-6) gibi olağanüstü kozmik değişimler
anlatılır. Hz. Peygamber’in (s.a.s) son peygamber olarak gönderilişi, âlimlerin
azalması, cehaletin, fuhşun ve içki kullanımının artması ile fitnenin ve
öldürmenin yaygınlaşması gibi hususlar da hadislerde sıklıkla sayılan alametler
arasında yer alır (Buhârî, Nikâh, 111 [5231]; Fiten, 5 [7062]; Rikâk, 39
[6504]; Cizye, 15 [3176]; Müslim, Fiten, 18, [7257]; Ebû Dâvûd, Fiten, 1 [4255]
).
Âyet ve hadislerde kıyamet alametlerinin açıklanmasındaki amaç, insanları
umutsuzluğa düşürmek değil, kesin bir gerçek olan kıyamet ve ebedî mutluluk
yurdu ahireti hatırlatarak onlara bir farkındalık kazandırmak ve sorumluluk
bilinci içinde yaşamaları gerektiğini hatırlatmaktır.
Âyet ve hadislerde belirli bir hastalığın kıyamet alameti olduğuna dair kesin
bir bilgi yer almaz. Aksine kaynaklarımızda vebâ veya tâun kelimeleriyle ifade
edilen ve bazı ümmetlerin cezalandırıldığı bir azap türü olan salgınların
belirli zaman aralıklarıyla gidip gelen hastalıklar olduğu vurgulanır (Buhârî,
Hıyel, 13, [6974]; Ehâdîsü’l-Enbiyâ, 54 [3473]; İbn Hanbel, Müsned, 5/201,
[22094]). Ayrıca bu hastalıklara sabredip karantina kurallarına uyan müminler
için bir rahmet vesilesi olduğu ve bu nedenle ölenlerin de şehit sevabı alacağı
nakledilmiştir (Buhârî, Ehâdîsü’l-Enbiyâ, 54 [3474]). Dolayısıyla salgın
hastalıklar, bir yönüyle ilahî hikmetin ve imtihanın gereği, diğer bir yönüyle
de insanların çevreye ve doğaya verdiği zararlar nedeniyle ortaya çıkan küresel
bir musibet olarak görülebilir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm insana endişe ve korku
veren çeşitli hastalıkların, afetlerin ve benzeri durumların insan için bir imtihan
vesilesi olduğunu açıkça ifade eder (el-Bakara 2/155). 
Salgın hastalıkların kıyamet alameti olarak değerlendirilmesi düşüncesi,
kıyamet alametleriyle ilgili bazı rivâyetlerde yer alan, ölümlerin hızlı ve
yaygın hale gelerek artmasından bahseden ifadelerin yorumlarından kaynaklanır.
Bu şekilde yorumlanan en yaygın sahih hadiste Hz. Peygamber (s.a.s) altı
kıyamet alametini sayar. Bu alametler arasında bazı âlimler tarafından salgın
hastalık olarak yorumlanan madde, Buhârî rivâyetine göre “Koyunları yakalayan
kuâs hastalığı gibi sizi yakalayan mûtân” şeklinde geçer (Buhârî, Cizye, 15
[3176]; Ayrıca bkz. İbn Mâce, Fiten, 25 [4042]; Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr,
18/40- 41 [70]; 18/41-42 [71]; 18/42 [72]; 18/64 [119]). Sened açısından sahih
olarak değerlendirilen diğer bir rivâyette anlatıldığına göre Hz. Peygamber
(s.a.s), kıyamet kopmadan önce “mûtân-ı şedîd”in gerçekleşeceğini ve akabinde
senelerce depremler meydana geleceğini haber vermiştir (İbn Hanbel, Müsned,
4/105 [17089]; Dârimî, Sünen, 1/43 [55]; İbn Hibbân, Sahîh, 15/180 [6777]).
Söz konusu hadisler incelendiğinde kıyamet alametleri arasında sayılan altı
maddeden biri olarak “mûtân”ın gerçekleşeceği bilgisinin sahih bir ahad haber
şeklinde bize ulaştığı görülmektedir. Diğer taraftan rivâyetler her ne kadar
isnad açısından sahih olsa da metin açısından birçok farklılık
barındırmaktadır. Bununla birlikte rivâyetlerin ortak noktası, bu alametin
“kûas” gibi bir hastalık sonucu çokça ölüme (mûtân) neden olmasıdır. “Mûtân”
kelimesi ölüm veya çokça meydana gelen ölüm anlamına gelir. (Zebîdî,
Tâcu’l-Arûs, “mvt”; Aynî, ‘Umde, 15/99) “Kuâs” ise sözlüklerde koyunlara
bulaşan ve onları çok kısa sürede öldüren bir hastalık olarak tarif edilir (İbn
Manzur, Lisânü’l-Arab, “k’as”; Aynî, ‘Umde, 15/100). Aslında sürü hayvanlarında
ölüme neden bir hastalık olan “kuâs”ın, hadiste insan için kullanılması, hızlı
bir şekilde ölüme neden olmasındaki benzerlikten dolayıdır (Aliyyü’l-Kârî,
Mirkâtü’l-Mefâtih, 8/3411; Kirmânî, el-Kevâkibü’d-Derârî, 13/140).
Hadiste hızlı ve çok sayıda ölümün kıyamet alametlerinden biri olduğu
anlatılmaktadır. Fakat bunun bir hastalıktan mı yoksa fitne vb. karışıklığın
neden olduğu savaş veya katilden mi kaynaklandığı açık değildir. Diğer taraftan
pek çok hadiste vebâ veya tâun kelimeleri kullanılmasına rağmen söz konusu
hadiste bu kelimelerin yerine “mevt” veya “mûtân”ın tercih edilmesi böyle bir
sınırlandırmanın uygun olmadığını göstermektedir. Burada “Amvas” salgını
hakkında Hz. Ömer ile Ebû Ubeyde b. Cerrah arasındaki tâuna dair konuşmaları hatırlamak
gerekir. Bu rivâyette, ordularıyla Şam’a yaklaşan Hz. Ömer’in, vebâ haberini
alması üzerine muhacir ve ensarla istişare ederek Ebû Ubeyde’nin itirazlarına
rağmen geri döndüğünden bahsedilir. Ensar ve muhacirlerle uzun müzakerelerin
yapıldığından bahseden bu rivâyette dikkat çeken husus, hiçbir sahabinin tâûnu
kıyamet alameti olarak değerlendirmemiş olmasıdır (Müslim, Selâm, 98 [5784];
Muvatta’, Câmî, 22).
Âyet ve hadislerdeki kıyamet alametlerine yönelik ifadeleri dünyada meydana
gelen müşahhas olaylarla birebir ilişkilendirmek pek mümkün değildir.
Dolayısıyla salgın hastalıkları insana dünyadaki amacını ve sorumluluklarını
hatırlatıcı, tarihin her döneminde meydana gelen imtihan gereği bir olay
şeklinde değerlendirmek hem Kur’ân hem de sünnet açısından daha doğru bir
yaklaşım olarak gözükmektedir. Bu imtihanda insana düşen görev, dünya hayatının
geçici olduğu şuuruyla birlikte gerekli tedbirlere riâyet etmektir. Zira
insanlar üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmediği için salgınlar daha
fazla yayılmakta ve insanlık daha çok zarar görmektedir. Bu tarz her olayı
kesin olarak kıyamet alameti saymak, insanların kendi sorumluluklarını göz ardı
etmelerine, onları umutsuzluğa sevk etmeye ve alametleri gerekmediği hâlde
çoğaltmaya neden olabilir.
Kur’ân ve sünnet, kıyametin muhakkak gerçekleşeceğini ve ardından ebedi hayatın
başlayacağını bildirmiş, insanları bu hususta uyarmış ve yaşamlarını buna göre
düzenlemelerini istemiştir. Müslümana düşen, kıyametin vaktini tespit etmek
değil, kıyametin ne zaman kopacağını soran bir sahâbîye Hz. Peygamber’in
(s.a.s) verdiği cevapta olduğu gibi (Buhârî, Edeb, 96 [6171]), kıyamet ve
sonrası için ne hazırlık yaptığını sorgulamak ve sorumluluklarını elinden
geldiğince yerine getirmeye çalışmaktır.



















